2019 ERKEN REZERVASYON FIRSATLARINI YAKALAYIN.... AYRICALIKLI OLMANIN TADINI ÇIKARTIN... DETAYLI BİLGİ VE REZERVASYON : 0224 225 4343 - 0534 835 86 85 (whatsapp)

Online Otel / Tatil Rezervasyonu


Booking.com

İSPANYA’NIN İLK BAŞKENTİ, GÜZEL TOLEDO ŞEHRİ









Bir ortaçağ masalından, bir ülkenin en eski dini başkentinden bahsedelim size. İspanya’nın bilinen ilk başkenti olan Toledo adeta bir ortaçağ masalı gibi bugün dimdik ayakta ve hikayesini merak eden gezginleri ağırlamaya devam ediyor. İspanya’ya gelince büyük başkentleri gezmek olağan olsa da,  her gezginin UNESCO Dünya Mirasını Koruma Listesi’ne giren bu küçük şehri mutlaka planlarına dahil etmesi gerekiyor.

Önce Hristiyanların, sonra Endülüs Müslümanlarının geldiği bu şehirde tarihin izleri hem doğayla hem insan eliyle yapılmış yerel binalarla, hem de turizmden sonra ekonomisini canlı tutan çelik işçiliğiyle takip ediliyor. 1526 yılında “başkent” unvanını Madrid’e kaptırıyor ancak şehrin cazibesi azalmıyor.

Toledo şehri eski şehir ve yeni şehir olarak ikiye ayrılıyor. Kısaca özetlemek gerekirse eski şehir turistik ve tarihi kısmı, yeni şehir ise genç nüfusun, modern yerleşim yerlerinin merkezi. Sabahları uyanıp yeni şehre çalışmaya giden halk, akşam olunca tarihi evlerin bulunduğu eski şehre geri dönüyor. Eski şehrin mimarisi ve tarihi dokusu o kadar korunaklı ki, bir çivi çakmak ya da pencere pervazına bir tabela asmak yerel makamlardan zorlukla alınan özel izinlere bağlı. Bunca yıl şehri korunaklı olarak muhafaza edebilmenin sırrını keşfetmişler. Küçük ve masalsı bir şehir, çevresini su kanalları ve tarihi taş köprüler sarıyor. Köprülerin üstünden çekeceğiniz fotoğraflar, su kanallarının güzelliği, tarihi binaların çevresindeki yeşil tabiat sizi büyülüyor.







İspanya içinde araç kiralayarak ulaşabileceğiniz bu güzel şehre, bir başka ulaşım alternatifi de toplu taşıma ve otobüsler. Madrid’de merkezi Plaza Eliptica’daki otobüs durağından her 30 dakikada bir Toledo’ya otobüs kalkıyor. Otobüs durakları şehrin tam girişinde, otoyolun kenarında yer alıyor. Hem otobüslerin hem de özel araçların tarihi şehrin içine girmesi yasak olduğundan kent girişindeki özel park alanlarına park etmeniz bekleniyor. Dilerseniz otobüs durağının hemen yanı başındaki taksi durağını da tercih edebilir ya da trenle gelmek isterseniz ülkenin içinden Toledo’ya giden hızlı tren tarifelerini kullanabilirsiniz. Ancak Toledo tren istasyonu direkt Toledo’nun içinde yer almıyor, merkeze yaklaşık 20 dakika süren bir otobüs yolculuğu ile varabiliyorsunuz.

Dedim ya; eski bir dini başkent, şehrin simgesi de 250 yıldan uzun bir sürede tamamlanabilen ünlü katedrali ; La Cathedral . Gotik mimarinin izleri dış yapıda sergilenirken, içi Gotik, Barok ve Rönesans dönemlerinin karışımı olarak tasarlanıyor. Dönemin en büyük harcamalarına sebep olması bir yana, dini zenginliği, gücü ve ihtişamı simgelemesi için inşa ediliyor. Koyu Katolik bir inanca sahip olan İspanya kilisenin gücüne dayanıyor. Yapılan her mimari yapı tek bir kelime ile ortak özelliğini vurguluyor. “İhtişam” ! Katedral için yapılan devasa çan da o kadar büyük ki, ilk kullanımında büyük bir gürültüye ve çevrede tahribata yol açıyor, ikinci kez kullanılamadan iptal ediliyor. İçinde gezebileceğiniz ana sunaklar, katedral müzeleri, Toledo’nun en ünlü sanatçıları El Greco, Velazquez ve Goya’ya ait eserler, hazine bölümü, muhteşem koro salonu, duvarlardaki ve tavanlardaki eşsiz vitraylar gözünüzü alıyor. Tam bir tur yaklaşık bir- bir buçuk saat sürüyor. Çıkışta tam karşısındaki restoranda keyifli bir öğle yemeği ya da çaprazındaki minik kafelerde kahve ve yerel şaraplarla dolu bir dinlenme molasını öneriyoruz.









Katedralden sonra tam tepeye ulaşıp, Toledo’nın en heybetli yapısı Alkazar’ı görmek gerekiyor. Defalarca yanmasına ve bombalanmasına, faşist lider Franco zamanında da şehir kuşatması altında kalmasına rağmen, 2008’den beri ziyarete açık haliyle yeni ordu müzesine ev sahipliği yapıyor. Ünlü çizgi film dünyası Disneyland şatosuna mimari olarak ilham verdiği biliniyor.

Daracık taş sokaklar arasında kaybolurken, Santo Tome kilisesi çıkacak karşınıza. Kilisenin küçük bir bölümü Toledo’nun meşhur sanatçısı El Greco tarafından yapılan muhteşem bir eseri saklıyor içinde. El Greco’nun baş yapıtı olarak nitelendirilen, içine girip görmek için turistlerin uzun kuyruklar oluşturdukları bir yağlıboya tabloda anlatılan hikayeye göre; ‘ Ünlü ve asil bir kişi olan Orgaz Kontu ölür ve cenaze töreni için 2 aziz; St. Stephen ve St. Augustine gelir. Kontun vefatı dolayısıyla başında bekleyen Toledo halkı arasında, El Greco kendini de resmederek gerçekleşmesi zor bir başarıya imza atıyor. Dikkatli bakanlar kontun cenazesi başında bekleyen ve soldan 7. Kişi olan El Greco ‘yu fark ediyor. ‘ Toledo’da tursitlerden beklenen bu eseri sakince ve sessizce gruplar halinde ziyaret edip çıkmaları, fotoğraf çekmek kesinlikle yasak ve sert bir şekilde uyarılıyor. Sanata saygı diyor İspanyollar!









Dini güçlerini korumanın aynı zamanda kuvvetli bir askeri birlikten geçtiğini düşünmüşler ve Toledo’da askeri ürünler, silah, zırh, kılıç gibi savaş malzemeleri yüzyıllar boyunca üretilmeye devam etmiş. Bu üretim İspanya’nın diğer şehirlerine ticaret bağları kurmalarını da sağlamış. Mücevherler, takılar ve aksesuarlarda bile çelik üzeri kaplama tekniği tercih edilmiş. Ortaçağ kostümleri, kılıçlar, silahlar, minyatür dekoratif malzemeler hediyelik eşyalar denilince öne çıkıyor. İspanyol işi masa örtüleri, danteller, seramikler, mutfak ekipmanları da sıkça sergileniyor. Fiyatları oldukça turistik elbette ancak gruplar halinde toplu alım yapanlara özel indirimi de ihmal etmiyorlar.



TARİH KOKAN SOKAKLARI İLE ROMA

“Bütün yollar Roma’ya çıkar” deyimi sadece bir mecaz değil aslında. Antik çağlarda gerçekten bütün yollar Roma İmparatorluğu’nun başkentinden yayılırmış. “Dünyanın Başkenti” olarak görülen ve batıda İspanya’dan doğuda Mısır’a kadar uzanan geniş bir imparatorluğa hükmeden Roma, çok farklı halkları kendine çekmiş ve tarihe çok farklı miraslar bırakmış.

Roma’yı ziyaret edenler, farklı çağlardan gelen kültürel kalıntıların iç içe geçmiş olduğunu çok geçmeden keşfederler. Roma’ya ister antik kalıntıların görkemi ve Katolik kilisesinin kutsal hac yerleri için; ister Michelangelo, Raffaello yada Bernini’nin eşsiz eserleri için gelmiş olun, sonuçta hepsini muhteşem bir karışım içinde göreceksiniz.

Roma’nın sınırları çok geniş bir alana yayılmış olsa da, görülmesi gereken başlıca yerler nispeten küçük bir bölgede toplanmıştır, dolayısıyla Roma’yı gezmek için en iyi yol yürümektir.

ROMA’DA GEZİLECEK YERLER

Fontana di Trevi / Trevi Çeşmesi

Ünlü Trevi çeşmesi malesef inşaat halinde olduğundan o meşhur fotoğrafı çekemedik. Ancak inşaat halinde olması turist akını çekmesini engellememiş. İnşaat alanının üzerindeki platformdan yürüyerek çeşmeyi yakından görebiliyorsunuz ama karşınızda pek estetik bir manzara yok.18. yüzyıl tarihli çeşme aslında bir zafer takı ve bir sarayın ön cephesidir; kayalar, çeşmeler ve havuzlar cümbüşü içindeki mitolojik yaratıklardan oluşur.

Templo Adriano / Hadrian Tapınağı

Aslında tapınak demek yanlış olur, tapınaktan kalanlar desek daha doğru bir söylem olacak. Dönemin imparatoru Hadrianus tarafından yapılmış bu devasa mabedden günümüze sadece giriş bölümündeki sütunlar kalmış. Hadrian Tapınağı’nın önündeki Ignazio meydanında çeşitli sanat etkinlikleri yapılıyor.



Pantheon

Eski Roma’nın en iyi korunmuş anıtı olan Pantheon, “Bütün Tanrıların Tağınağı” olarak 7. yüzyılda kiliseye dönüştürüldükten sonra, gelecek kuşaklar için büyük bir özenle korunmuş. Pantheon’un büyüklüğünü anlayabilmek için mekanın içine girip, yukarıdaki süslü kubbeye bir göz atmak gerekir. Kubbe 43 metreden fazla çapıyla, herhangi bir destekleyici sütun yada uçan payanda olmadan durmaktadır. Bu özelliği ile eşsiz bir mühendislik harikası olarak nitelendirilir. Güneşli günlerde kubbedeki yuvarlak delikten giren güneş ışınları penceresiz mahzeni aydınlatıyor.

İspanyol Merdivenleri

Adını çevrede ikamet eden İspanyol Büyükelçisinden alan İspanyol Merdivenleri, genç Romalılar ve yabancılar için kentin en sevilen buluşma yeridir. Basamaklar, baharda pembe açelyalarla süsleniyor, yaz günlerinde ise İtalyan modacıların eserlerini sergiledikleri bir podyuma dönüşüyormuş.

İspanyol Merdivenlerinden yukarı kadar çıktığınızda ise sizi muhteşem bir manzara bekliyor, özellikle günbatımına denk gelirseniz Roma’nın silüetini görme imkanınız olur.



İspanyol Merdivenlerinin dibinde ise, batık bir gemi şeklindeki mermer çeşme Fontana della Barcaccia yer alıyor.

Ponte Sant’ Angelo

Tiber nehrini, Hadrianus’un İS 134 tarihli köprüsü Pons Aelius’un kemerlerini de içeren Ponte Sant’ Angelo üzerinden geçmenizi tavsiye ederim. Bernini ve öğrencilerinin 1598 ve 1660 yıllarında yaptıkları, her biri İsa’nın çarmıha gerilişinden simgeler taşıyan on melek heykeli köprünün korkuluklarını süsler. Tiber Nehri üzerindeki yirmiden fazla köprü içinden en güzelinin bu olduğunu söylüyor rehber kitabımız.



Porta del Popolo

Nehrin diğer tarafına geçtikten sonra ilk istikametimiz Popolo meydanı yani Piazza del Popolo. Bu meydana girmek için karşımıza çıkan ilk yapı ise 16. yüzyıl tarihli, kemerli Porta del Popolo. Adriyatik kıyısındaki Rimini’den eski Roma’ya girilen kapıdır. Roma’ya gelen hacılar daha sonra burada, Corso’nun kuzeydeki bu girişine bekçilik eden, heybetli barok kiliseler Santa Maria dei Miracoli ve Santa Maria di Montesanto tarafından karşılanmışlardır.

Piazza del Popolo

Porta del Popola’dan içeri girdiğinizde size zarif bir oval biçimindeki Popolo Meydanı karşılıyor. Napoleon’un mimarı Giuseppe Valadier’in 1818 yılında düzenlediği meydan, bir açık hava kent tiyatrosu örneğidir. Kentin en büyük dikilitaşı İÖ 13. yüzyıl Mısır’dan kalmadır. Augustus tarafından Roma’ya getirilip Circus Maximus’a dikilmiş, 1589 yılında ise Papa V. Sixtus tarafından bu meydana taşıttırılmış.



Pincio Bahçeleri ve Villa Borghese

Piazza del Popolo’nun doğusundan yukarı doğru, anıtsal teraslar kompleksinden geçerek ulaşılan, 19. yüzyıl tarihli Pincio Bahçeleri‘nden piazzanın ve kentin panoramik manzarası görülür.Bahçeler, bir zamanlar Papa V. Paulus’un kuzeni Kardinal Scipione Borghese’ye ait olan Villa Borghese’nin yemyeşil bahçelerine kadar uzanır. 226 dönüme yayılmış arazide, çocuk parkları, bisiklet parkurları, yürüyüş yolları ve kafeler bulunuyor. Keyifli bir gün geçirmek yada spor,piknik vs yapmak için çok ideal bir yer.



Il Vittariano / Altare della Patria

Kentin her yerinden görülen ve merkezi Roma’nın en güzel manzaralarından birinin izlenebildiği Il Vittoriano‘dur. Romalılar, bu göz kamaştırıcı beyaz mermer anıt bu kadar dikkat çekici olmasaydı diye hayıflanır. Yapım çalışmaları 1885’ten 1911 yılına kadar süren ve İtalyan birliğini kutlamak üzere inşa edilerek, yeni ulusun ilk kralına adanan Vittariano, aynı zamanda Altare della Patria‘yı yani İtalya’nın 1. Dünya Savaşı Mechul Asker Anıtı’nı da kapsar.



İmparatorluk Forası

Il Vittoriano’nun hemen arka tarafından itibaren yaklaşık 5 km boyunca antik Roma kalıntılarının sergilendiği bölge bulunuyor. Bu bölgede İmparatorluk Forası, Roma Forumu ve Collesium’a kadar uzanan yolda daha birçok eser var. Traianus Forumunun kuzey ucunda 30 metre yüksekliğindeki Traianus Sütunu yükselir. Sütun, İS 113 yılında imparatorun Romanya zaferini kutlamak üzere dikilmiştir. Üzerinde Roma savaşlarını betimleyen yaklaşık 2500 resim bulunuyor. Traianus Pazarları’nda en iyi korunmuş eski Roma sokaklarından bazılarını görebilirsiniz. Pazarlar 150 dükkan ve bürodan oluşan bir alışveriş merkeziymiş. Burası ücretli giriş ile gezebileceğiniz bir yer. Ancak ücret ödemeden de dışarıdan gezip görebilirsiniz zira görüşü engelleyen herhangi bir duvar vs yok.

Roma Forumu

Sütunları, girişleri ve kemerleri arasında durup hayal gücünüzde keyifli bir sıçrama yaratarak, imparatorluğun başkentini gözünüzde canlandırabilirsiniz. Barbar istilalarından sonra bölge terk edilmiş, daha sonra meydana gelen yangınlar, depremler ve sellerin etkisiyle bölge çamurlu bir otlağa dönmüş. 19. yüzyılda yapılan kazılarla bugünkü haline kadar ulaşmış.



Colosseum (Kolezyum)

Roma deyince akla ilk gelen yapıdır Colosseum. Roma’nın asli gerçekliliğini, ilham verici herhangi bir kiliseden yada saraydan daha çok yansıtır. İS 72-80 yıllarında köleler ve mahkumlar tarafından inşa edilen dört kademeli elips biçimli amfitiyatro, 50.000 izleyici alabilecek kapasitededir. Seyirciler taştan sıralarda sosyal statülerine göre otururlarmış. Zamanında gladyatör dövüşlerinin yapıldığı bu arena hala bütün ihtişamıyla ayakta ve Roma’da en çok ziyaretçi çeken yerlerin başındadır.



Isola Tiberina/ Tiber Adası

Tiber Nehri’nin ortasındaki bu ufak adacık ve iki yakayı adaya bağlayan iki tane köprü yoğun turist akımı çekiyor. İsa’dan 300 yıl önce burası, tapınak ile hastanenin adandığı şifa tanrısı Aesculapius’un kutsal arazisi olarak biliniyormuş. Adanın iki tarafındaki köprüler: Ponte Castio ve Ponte Fabricio. Adayı ve köprüleri gezip bol bol fotoğraf çektikten sonra biraz dinlenmek için nehir kenarına iniyoruz. Burası Romalıların bisiklete bindikleri, spor yaptıkları, hatta piknik yaptıkları bir sosyal alan. Biz de nehir kenarına uzanıp su sesiyle beraber dinleniyoruz.

Yahudi Mahallesi

Sinagoğun arkasındaki dar sokaklar ise size eski Yahudi mahallesine götürecektir. Burası, kendine özgü Roma/Yahudi yemekleri sunan restoranlarla dolu tarihi bir semttir. Küçük ama canlı bir Yahudi topluluğu hala burada yaşamaktadır. Önerim mutlaka buraya karnınız aç olarak gelmeniz, özellikle enginar seviyorsanız bayılacaksınız.



Roma’nın Yedi Tepesi

Roma’nın 7 tepesi Tiber nehrinin doğusunda ve şehrin merkezindeki tepeler topluluğudur. Efsanelere göre şehrin orijinal yeri olan Palatine Tepesi’nde (Collis Palatinus) Romulus tarafından kurulmuştur. Geri kalan altı tanesinin günümüzde adları şöyledir; Aventine Tepesi (Collis Aventinus), Capitol Tepesi (Capitolinus), Quirinal Tepesi (Quirinalis), Viminal Tepesi (Viminalis), Esquiline Tepesi (Esquilinus) ve Caelian Tepesi (Caelius).Şehir merkezinde fakında olmadan bütün tepeleri görüyorsunuz ancak biz bunlardan sadece bir tanesine çıkıp Roma’yı tepeden izledik. Viminal tepesinden manzara budur:



Caius Cestius Piramidi

Roma’nın kentin surlarıyla bütünleştiği için halen ayakta kalan tek piramidi, Ostiense meydanında yer alıyor. Koloni yargıcı olan Caius Cestius, bu otuz metrelik anıtı İÖ 20 yılında Mısır’dan döndüğünde anıt mezar olarak yaptırmış.



ROMA’DA YEMEK

Makarna

Roma’ya gitmeden önce yaptığım araştırmalar sonucu önerilen ilk yer bir makarnacı. Ama bu makarnacı bildiğiniz gibi değil, içeride masa, sandalye yada bir bar yok. Günde sadece 2 çeşit makarna pişiren ve bunu plastik tabakta sunan bir dükkan burası: PASTIFICIO. Eskiden sadece ögle 13:00 itibariyle satışa başlıyorlarmış, makarna bitince de dükkanı kapatıyorlarmış. Ama artan talebe dayanamayıp, hem öğle hem de akşam servisine başlamışlar. Günde sadece 2 çeşit makarna yapıyorlar. Bizim şansımıza enginarlı ve domatesli vardı, tabağı 4 euro, içeride yemek isterseniz dükkanda taze makarna satılan rafları masa olarak kullanabilirsiniz.

Tiramisu

Makarna yedikten sonra üzerine bir de tatlı yemeden olmaz, Roma diyince akla gelen ilk tatlılardan biri Tiramisu. Tiramisu için ise önerilen ilk mekan ise POMPI. Pastificio ile aynı sokakta bulunan bu dükkanda çeşit çeşit tiramisu bulabilirsiniz. Tanesi 4 euro. Ama kuyrukta sıra beklemeyi şimdiden göze alın.



Pizza

Roma’da yenecekler listesinin ilk sıralarında tabii ki dilim pizza var. Dilim pizzanın Roma’da değil belki de dünyadaki en iyi adresi Vatikan yakınlarındaki minik dükkan PIZZARIUM’a gidiyoruz. Adresi: Viadella Meloria, 43, 00136 Roma. Pizzarium’da denediğimiz pizzaların hepsi birbirinden değişik ve güzeldi. Ama aklımdan çıkmayan ve bir daha yolum Roma’ya düştüğünde Pizzarium’a gitmeme sebep olacak pizza kesinlikle patates ve mozzarellalı pizza, tek kelime ile baş döndürücüydü. Bunun dışında yediğimiz pizzaların hepsinin çok çok iyi olduğunu söyleyebilirim. İstediğiniz pizzaları seçip tartırıyorsanız. Her pizzanın fiyatı farklı ortalama 18-30 euro arasında değişen fiyatları var.



Dondurma

Aslında Roma dondurması meşhurdur ve rehber kitaplarda da bir sürü mekan önerisi vardır. Ancak artık ülkemizde de kaliteli dondurmalar bulmak imkansız olmadığından bana çok cezbedici bir farklılık yaratmadı denediğimiz dondurma. Ayrıca Roma dondurmasının çok pahalı olduğunu da belirtmek istiyorum. Burada fiyatlandırma top olarak değil seçeceğiniz külahın boyuna göre yapılıyor. Ortalama bir külah dondurmayı 5 euro civarında yiyebilirsiniz.

KUZEY AVRUPA’NIN MASAL ŞEHRİ TALLİNN





Tarihi şehir merkezi “yukarı” ve “aşağı” olarak ikiye ayrılan Tallinn’in yukarı bölgesinde soylular, kale duvarları içinde yaşarken aşağı bölgede halk ve tüccarlar yaşarmış. Bir Ortaçağ diyarı olan Tallinn’de gezilecek yerler şöyle:

TOMPEA TEPESİ

Tallinn’in eski şehir merkezi Ortaçağ’da pazar yeri olarak kullanıldı. Günümüzde Aralık ayında Noel pazarı burada kurulur ve şehrin en büyük Noel ağacı buraya dikilir.




Tallinn’in teraslardan izlenebileceği tepede 64 metrelik Tall Hermann Kulesi, Toompea Kalesi, Avrupa’nın en eski Belediye Binası ve 14. yüzyıl sonlarında kurulan ve hala faaliyette olan Avrupa’nın en eski eczanesi bulunur.




ALEXANDER NEVSKY KATEDRALİ

Tallinn’in en büyük Ortodoks kilisesi, Tallinn’in Rus egemenliği sırasında, 1894-1900 yılları arasında Rus mimar Mihhail Preobrazenski tarafından inşa edildi. Eski Rus kiliseleri tarzında 5 kubbeli olarak inşa edilen katedralin 11 kilise çanı var.





MERYEM ANA (DOME) KİLİSESİ

Estonya’nın ana Lüteryan kilisesin Estonya’nın en büyük orguna ev sahipliği yapar. 13. yüzyılda kurulup Meryem Ana’ya adanan kilisenin büyük kısmı 1684 yılında çıkan yangında yandı ve kilise sonradan tekrar inşa edildi. Kilisenin kulesi ise 18. yüzyıldan kalmadır. Şövalyeler ve soyluların mezarlarının olduğu kilisede 107 ailenin arması ile Avrupa’nın en büyük arma koleksiyonunu görmek mümkün.




ST. NİCHOLAS (NİGULİSTE) KİLİSESİ

Alman tüccarlar tarafından 13. yüzyılda yapıldı ve Aziz Nikolas’ın adına kutsallaştırıldı. O dönemlerde idama mahkum olanlar kaçıp bu kiliseye sığınabilirse idam edilmiyorlardı. 1944’te Rusların Kızıl Ordusu tarafından bombalandı ve 1953-1984 yılları arasında restore edildi. 1984’ten beri kilise olarak değil, sanat müzesi ve konser salonu olarak kullanılır.

ST KATARİNA MANASTIRI

Katarina Geçidi’nde bulunan Estonya’nın en eski Katolik manastırı, 13. yüzyılda kuruldu.
Estonya’nın kendine özgü en önemli yiyeceği Eston ekmeğidir. Geleneksel içkisi ise % 40 alkol oranına sahip olan, portakal kabuğu ağırlıklı malzemeden üretilen Vana’dır. Yani ekmekleri kopara kopara yemeden, içkinin de damakta bıraktığı keskin tadını hissetmeden Tallinn’den gitmemelisiniz.